OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E MERKEZİYETÇİ GELENEK VE FEDERALİZM(ÖZERKLİK)
Nur Meryem ÖZBEK
8/24/20255 min read


Osmanlı mirası olan Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana üniter devlet modeli ile yönetilmiştir. Osmanlı gibi merkeziyetçi bir devlet yönetim tarzı ile millet yapısını korumayı sürdürmüştür. Ancak son zamanlarda artan ayrılıkçı söylemler, “federal yapı”, “resmi dilin çeşitlenmesi”, “Türkiyelilik” kavramları üzerinden yapılan siyasi alandaki tartışmalar halkı da huzursuz etmektedir. Bu tartışmalar güncel siyaset dışında Türkiye’nin geleceğini belirleyecek şekilde jeopolitik ve sosyolojik önemini anlamamız gereken bir iç meseledir.
Kavramlar Çerçevesinde Analiz
Var olan tartışmaları bilim ilim çerçevesinde soğukkanlı şekilde değerlendirmemiz, ülkemizin derdiyle en profesyonel şekilde ilgilenmenin başlangıcı olacaktır. Bu açıdan önce tartışılan meseledeki kavramları iyice anlamak, ardına yapılabilecek değişikliklerin ülkemiz ve milletimiz açısından neye yol açabileceğini analiz etmemiz gerekecektir.
Söz konusu olan federal devlet yapısı egemenliğin merkez ile alt birimler arasında paylaşıldığı, çok merkezli bir yönetim biçimi anlamına gelmektedir (Elazar, 1987). Uluslararası alanda bu yönetim biçimi ABD ve Rusya gibi ülkelerde karşımıza çıkmaktadır. Ama bunlarda uygulanma tarzları ve nedenleri de farklıdır. ABD İngiliz kolonileriyle başlayıp, konfederasyon ve ardına federal şekilde bir anlaşma ile günümüzdeki yönetim şekline erişmiştir. Federal yapıda olması eyaletlerin tarihsel bağımsızlık deneyimi ile daha çok ilişkilidir. Rusya’da ise apayrı bir federal yapılanma vardır. Geniş coğrafyayı idare edebilmek için tercih edilmiş ama merkezi Kremlin tarafından yönetilen, merkezileşmiş federalizm vardır. Federal süjelerin yetkileri kağıt üzerindedir; maliye, güvenlik Kremlin’e bağlıdır.
Üniter devlet ise siyasi otoritenin merkezde toplandığı, ulusal kimliğin ve bütünlüğün vurgulandığı bir yapıdır(Smith, 1995). Türkiye merkeziyetçi bir devlet geleneğine sahiptir. Halil İnalcık, klasik çağ Osmanlı’sını “mutlakiyetçi merkezi imparatorluk” olarak tanımlamaktadır(The Ottoman Empire: The Classical Age). Eyalet sistemi federal değil, merkeze bağlı bir idari model olmuştur. Cumhuriyet ile ise bu merkezi yönetim kurumsallaştırılmıştır. Osmanlı’dan miras kalan güçlü merkezi geleneği ulus-devlet formuyla günümüzde halen devam ettirmekteyiz. Bu açıdan Türkiye’nin üniter yapıdan kopması, federalizm tercihi bir anlamda tarihsel süreklilikten kopuşu da ifade edecektir.
Türkiye’nin etnik, dini, kültürel çeşitliliğe sahip zenginliği olmakla birlikte aynı zamanda güçlü şekilde ortak tarih ve milli bütünlük bilincine sahip bir milleti de vardır. Bu bütünlük genellikle ayrılıkçı dilin dış etkenlerle tetiklenmesi ile zaman zaman huzursuz edilmektedir.
Tarih Ders Almamız İçindir
Türkiye devletinden istenen talepler arasında resmi dilin çeşitlendirilmesi, Türkiyelilik üst kimliğinin benimsenmesi ve yerel özerkliğin arttırılması gibi maddeler bulunmaktadır. Demokratikleşme adı altında istenen bu taleplerin federal yapıya geçişi hedefleyen bir strateji taşıdığı gizli değildir(Gunter, 2020). Resmi dilin değiştirilmesi ya da birden fazla resmi dile geçilmesi farklı bölgelerde yaşayan, birbirini hiç tanımayan insanların aynı ulusa millete ait olduklarını düşünmelerini ortadan kaldırır. Bu şekilde Benedict Anderson’ın(1983) ifade ettiği gibi “hayali cemaatler” çözülmeye başlar. Resmi dilin tartışmaya açılması ulus devlet kimliğini zayıflatır. Böylece ortak aidiyetin çözülme riski hızlanmaya başlar.
Ortak aidiyetler; salt coğrafi birliktelik ya da tesadüfi kümelenme değil, değerler, inanç, dil, kültür gibi unsurlar üzerinden inşa edilen tarihsel ve kültürel bir süreçle kaynaşır. Bu kaynaşma sonucu ise millet oluşur. Prof. Dr. Yümni Sezen, sosyolojik bir realite olarak millet olgusunu şöyle açıklar: “Her topluluk millet olamaz. Millet, ortak tarihe, kültüre, dine ve ülküye dayalı şuur birliği ile oluşan üst bir yapıdır.”(Sezen,1990:45). Bu açıdan bu tarihi gerçekliği oluşturan ve kuran üst kimlik Osmanlı ve dahi öncesinden itibaren Türk milleti olarak vücut bulmuştur. Devletleşen ve milletleşen bir etnik yapı artık sadece bir etnik yapı olmaktan çıkar. Buna örnek olarak tarihi kaynaklarda ve yakın tarihte görüleceği gibi Balkanlarda yaşayan Müslümanlara Türk diye hitap edilmesidir. Çünkü Türklük tarihsel süreç içerisinde pek çok alanda kapsayıcı olarak kullanılmıştır ve kendini tarihte çoktan ispatlamıştır. Bugün de millet olarak bu tarihin çatısı altında yaşamaya devam etmekteyiz.
Türkiye coğrafi konumu itibariyle Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Asya, Avrupa kesişiminde bir ülkedir. Talep edilen özerklik tartışmaları Arend Lijphart’ın “konsosyonel demokrasi (consociational democracy) modeline dayandırılıyorsa bile, bu model en başta jeopolitik gerekçeler nedeniyle pratikte faydalı olmayacaktır. ABD, Rusya, AB, İran gibi faktörlerin doğrudan müdahale edebildiği bir bölgede, etnik temelde özerklik tanıma bir iç mesele olarak kalmaktan çıkacaktır. Türkiye mevcutta yasalarında yer alan siyasi birlik olmaktan vazgeçip, etnik grupları ön plana çıkardığında Lijphart’ın “grup temelli özerklik” tezı yapısal bir zemin bulmuş olacaktır. Ancak bu şekilde de jeopolitik alanda ayrışmış, merkezi yanı zayıflamış olarak rol almak durumunda kalacaktır. Sürekli dış baskılara maruz kalan ülkelerde federalizm, devletin zayıflayıp parçalanmasını kolaylaştırmaktadır(Öniş & Kutlay,2020).
Türkiyelilik kavramının toplumda karşılık bulmaması, tarihi bir kollektif bilince dayanmaktadır. Türk milleti kavramının silikleştirilmesi toplumda tartışmalara neden olmuştur. Amaçlanan perspektifte olduğu gibi her etnik grubun kendi etnik kimliğinden bahsetmek istemesi normaldir. Bunun için üst bir kimlik olan millet kimliğini terk etmesi elzem değildir. Aksine çok katmanlı vatandaşlık anlayışı ile kişiler hem Türk milleti mensubu, Türk vatandaşı Çerkes kökenli biri olabilir. Birini seçmek zorunda olmadan üst ve alt kimlikler korunabilir.
Bugün Türkiye’nin Osmanlı gibi güçlü olabilmesi için federalizme değil, üniter bir yapıda güçlü merkezi otoriteyi koruyup, katılımcı ve kapsayıcı bir model geliştirmeye ihtiyacı vardır. Tarihsel, jeopolitik, sosyolojik koşullar federalizme uygun değildir. Osmanlı farklı dini ve etnik toplulukları sınırlı şekilde olsa da kültürel özgürlük tanırken siyasi otoriteyi merkezin elinde tutmuştur. Osmanlı’nın millet sisteminin demokratik versiyonu, Türk milleti üzerinden uygulanmalıdır. Türk modeli, güçlü yerel katılım, bütüncül şekilde yapının korunması ve çokkültürlülüğe açılan alanlarda reformların yapıldığı bir sistem olabilir. Önemli olan demokrasinin derinliği ve katılımcılıktır. Tarihi, kültürel misyon ve vizyon, Jeopolitik kırılganlık bizlere ayrılıkçı söylem ve taleplerin hedeflerini gerçekleştirmeyi mümkün kılamayacağını göstermektedir. Bu nedenle federalizm değil, Selçuklu, Osmanlı gibi merkeziyetçi ve kapsayıcı sisteme ihtiyaç vardır.
Faydalanılan Kaynaklar
· Anderson, B. (1983). Imagined Communities. Verso.
· Elazar, D. J. (1987). Exploring Federalism. University of Alabama Press.
· Gellner, E. (1983). Nations and Nationalism. Cornell University Press.
· Gunter, M. (2020). The Kurds: A Modern History. Markus Wiener Publishers.
· Lijphart, A. (1999). Patterns of Democracy. Yale University Press.
· Öniş, Z. & Kutlay, M. (2020). Turkish Foreign Policy in a Changing World Order. Palgrave Macmillan.
· Smith, A. (1995). Nations and Nationalism in a Global Era. Polity.
· İnalcık, H. (1973). The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600. London: Weidenfeld & Nicolson.
· Gunter, M. (2020). The Kurds: A Modern History. Markus Wiener Publishers.
Anadolusam
Anadolu Stratejik Araştırma Merkezi - ANADOLUSAM
İletişim
Destek
© 2025. Tüm hakları saklıdır.