İnsan Zekasının Tarihsel Sürekliliği: Roma İmparatorluğu Örneğinde Bilişsel Değişmezlik ve Kültürel Birikim
Blog gönderi açıklaması.
Efkan NAKBAY
10/17/20255 min read


Bu çalışma, insan zekâsının tarihsel süreçte değişip değişmediği sorusuna odaklanmaktadır. Günümüz insanının geçmişte yaşayan insanlardan daha zeki olduğu yönündeki yaygın algı, teknolojik ilerlemelerin insanın bilişsel kapasitesine yanlış biçimde atfedilmesiyle ilişkilidir. Oysa tarihsel ve psikolojik veriler, insanın doğuştan gelen bilişsel yeteneklerinde anlamlı bir değişim olmadığını, gelişmenin esasen bilgi birikimi ve teknolojik araçlarda gerçekleştiğini göstermektedir. Bu bağlamda, Roma İmparatorluğu örneği üzerinden siyasal düşüncenin evrimi incelenerek, insanın algısal ve düşünsel yapısının temelde değişmediği savı tartışılacaktır.
Giriş
Modern dönemde sıklıkla dile getirilen bir düşünce, bugünün insanlarının geçmişteki insanlardan daha zeki olduğu yönündedir. Bu düşünce, teknolojik ilerlemenin insana ait zihinsel kapasiteyle karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Ancak “zekâ” kavramı, teknolojik araçların gelişimiyle değil, bireyin problem çözme, analiz etme ve soyut düşünme yeteneğiyle ilgilidir. Bu bakımdan, teknolojik ilerlemeyi insan zekâsındaki artışla özdeşleştirmek kavramsal bir yanılgıdır.
İnsanlık tarihine bakıldığında, doğuştan gelen bilişsel yeteneklerin zamansal olarak belirgin bir farklılık göstermediği görülür. 20. yüzyıl boyunca birçok ülkede standart IQ testlerinde nesiller arası puan artışları gözlenmiştir. Bu olgu literatürde “Flynn Etkisi” olarak adlandırılır (Flynn, 1984). Ancak araştırmalar, bu artışın genetik değil, eğitim, çevre koşulları ve ölçme biçimlerinden kaynaklandığını; dolayısıyla insanın doğuştan gelen bilişsel kapasitesinde anlamlı bir değişim olmadığını göstermektedir (Dickens & Flynn, 2001; Trahan, Stuebing, Fletcher & Lyon, 2014). Bu bulgular, insan zekâsındaki görünür artışların kültürel koşullara bağlı olduğunu, biyolojik bir evrimle açıklanamayacağını göstermektedir.
Tartışma
Teknolojik gelişme, insan zekâsının değil, insanlığın birikiminin ürünüdür. Günümüzde kullandığımız bilimsel teoriler, inanç sistemleri ve teknik buluşlar büyük ölçüde geçmişin mirası üzerine inşa edilmiştir. Eğer gerçekten geçmiş dönemlerde yaşamış insanlardan daha zeki olsaydık, geçmişteki bilgi birikiminden bağımsız, tamamen özgün ve daha gelişmiş paradigmalar üretebilmemiz gerekirdi. Oysa insanlık tarih boyunca mevcut bilgiyi geliştirerek ilerlemiştir; sıfırdan, kökten farklı bir sistem kurmamıştır.
Bu durum, birikimsel ilerleme ile bilişsel ilerleme arasındaki farkı ortaya koyar. İnsanlık, geçmişin attığı iki adım üzerine iki adım daha eklemiştir; fakat bu dört adımın tamamı insanoğlunun zekâsının artmasıyla değil, kültürel sürekliliğiyle açıklanabilir. Yani biz sonraki nesiller 2’yi 4 yaptık; 0’ı değil. İnsan doğası, tarih boyunca aynı kalmıştır. Evrimsel psikoloji ve insan doğası üzerine yapılan çalışmalar, davranış ve bilişsel kalıpların uzun süreli bir süreklilik gösterdiğini ortaya koymuştur (Pinker, 2002). İnsan iki bin yıl önce yaşanan bir siyasi probleme nasıl bir çözüm üretebiliyorsa, bugün de benzer çözümleri üretebilmektedir.
Kültürel psikoloji literatürü de Batılı (WEIRD) toplumların temsil gücünün sınırlı olduğunu, bu nedenle modern bilişsel örüntülerin insan doğasının evrimsel bir değişimiyle karıştırılmaması gerektiğini belirtir (Henrich, Heine & Norenzayan, 2010). Yani modern bireylerin analitik veya soyut düşünme biçimleri, tarihsel olarak değişen kültürel koşulların ürünüdür; doğuştan gelen zekânın farklılaşmasının değil. Bu düşünce tarihsel bir örnekle somutlaştırılabilir. Roma’nın Cumhuriyet’ten İmparatorluğa geçiş süreci bu açıdan dikkat çekicidir. M.Ö. 27 yılında Augustus’un imparatorluğunu ilan etmesiyle birlikte Roma Cumhuriyeti sona ermiş, yetkiler tek elde toplanarak mutlak bir monarşi tesis edilmiştir (Syme, 1939). İmparatorluk döneminde yönetimin sınırlarını belirleme çabası “Erdemli Kral” anlayışını doğurmuştur. Bu, iktidarın yalnızca güce veya soya değil, ahlaki erdem ve adalete dayandırılması fikridir. Bu anlayış zamanla “kutsal devlet” meşruiyetine dönüşmüştür (Kantorowicz, 1957). İmparator, halkın iyiliği için mücadele eden kutsal bir figüre evrilmiş; böylece devlet soyutlaşarak kutsallıkla özdeşleşmiştir. Hristiyanlığın 4. yüzyılda devlet dini olarak kabul edilmesiyle bu kutsal meşruiyet yeni bir biçim almıştır (Brown, 1996). Halkın yönetimle ilişkisinde, “Erdemli Kral” kavramının yerini “Kutsal Tanrı” inancı almıştır. Bu dönüşüm, yönetim biçimleri değişse bile insanın otoriteye yaklaşımındaki zihinsel yapının sabit kaldığını göstermektedir.
Sonuç
İnsan zekâsı tarihsel süreçte öz itibarıyla değişmemiştir. Değişen, insanın çevresi, bilgi birikimi ve teknolojiyle etkileşim biçimidir. Teknoloji insanlığın kolektif hafızasının bir sonucudur; bireysel zekânın artışıyla doğrudan ilişkilendirilemez. Roma örneğinde olduğu gibi, toplumlar biçimsel dönüşümler yaşamış, ancak insan doğasının temel unsurları –algı, refleks ve düşünce kalıpları– sabit kalmıştır. İnsanlar iki bin yıl önce nasıl düşünüyorsa bugün de benzer biçimde düşünmekte ve iki bin yıl önce nasıl yönetiliyorsa bugün benzer şekilde yönetilmektedir. Bu nedenle insanlık bugün geçmişten daha zeki değildir; yalnızca daha fazla bilgiye ve daha gelişmiş araçlara sahiptir. Saf zekâ tarih boyunca aynı kalmış, yalnızca ifade biçimleri değişmiştir.
Kaynakça
• Brown, P. (1996). The Rise of Western Christendom: Triumph and Diversity, A.D. 200–1000. Oxford: Blackwell.
• Dickens, W. T., & Flynn, J. R. (2001). Heritability estimates versus large environmental effects: The IQ paradox resolved. Psychological Review, 108(2), 346–369.
• Henrich, J., Heine, S. J., & Norenzayan, A. (2010). The weirdest people in the world? Behavioral and Brain Sciences, 33(2–3), 61–83.
• Kantorowicz, E. H. (1957). The King’s Two Bodies: A Study in Medieval Political Theology. Princeton: Princeton University Press.
• Pinker, S. (2002). The Blank Slate: The Modern Denial of Human Nature. New York: Viking.
• Syme, R. (1939). The Roman Revolution. Oxford: Clarendon Press.
• Trahan, L., Stuebing, K. K., Fletcher, J. M., & Lyon, G. R. (2014). The Flynn Effect: A Meta-analysis. Psychological Bulletin, 140(5), 1332–1360.
Özgünlük Beyanı
Bu makale, tamamen yazar Efkan Nakbay’ın kendi araştırma, analiz ve yorumları doğrultusunda hazırlanmıştır. Makaledeki tüm düşünce, değerlendirme ve yorumlar özgün olup, başka çalışmalardan doğrudan alıntı yapılmamıştır. Kaynakça ve atıflar, yalnızca çalışmanın akademik bağlamını güçlendirmek amacıyla sonradan eklenmiş olup, makalenin temel içeriği ve argümanları bu kaynaklara dayandırılmamıştır. Dolayısıyla, makale Efkan Nakbay’a ait özgün bir araştırma çalışması niteliği taşımaktadır.
Bu makale Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. İçerik yalnızca yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntılanabilir. İçeriğin tamamının kullanılması için ANADOLUSAM’dan yazılı izin alınması şarttır.
Anadolusam
Anadolu Stratejik Araştırma Merkezi - ANADOLUSAM
İletişim
Destek
© 2025. Tüm hakları saklıdır.