Devrim Sonrası Suriye: Esed'siz Şam'dan Bölgesel Otonomi Arayışına

Blog gönderi açıklaması.

Dr. Mehmet BABACAN

10/17/202510 min read

Eskiden daha kolay tarif edilebilecek tehdit adresi algısının (örneğin Soğuk Savaş dönemindeki Doğu-Batı ayrımı gibi) günümüzde yerini belirsiz, çok katmanlı ve hibrit bir yapıya bırakması, bölgesel çatışma ve rekabet dinamiklerinin yoğunluğunun küresel ölçekte bir istikrarsızlık doğurması gibi nedenlerle uluslararası politikada güncel meseleleri yorumlamak ve anlamlandırmak daha da güçleşmektedir. Bununla birlikte teoride ve pratikte, küreselleşmenin hız kazanması ve baş döndürücü teknolojik gelişmelere bağlı olarak, yeni kavram ve ifade biçimlerinin ortaya çıkması güvenlik riskleri yanında güvenliğe ve dış siyasete dair okumaların çerçevesini de çoğaltmıştır. Teorik, analitik ve pratik yeni ifade ve yaklaşım biçimlerinin doğması kimi zaman çok-boyutlu bir bakış açısını gerekli kılmakta kimi zaman da katmanlaşan (kompartmantalize) dosya ve konuları gündeme getirmektedir.

2011 yılında baş gösteren Arap Baharı devrim dalgalarının doğurduğu bir netice olmakla birlikte içerisinde ve nüvesinde bölgesel ve küresel aktörlerin güç rekabeti, devlet-dışı aktörlerin alan açma arayışı, ekonomik ve ticari güdüler, radikal eğilimlerin hız kazanarak sınır aşan faaliyetlere yoğunlaşması gibi birçok dinamik barındıran “Suriye Krizi” iç savaşın/krizin kötücül sahibi Beşşar Esed’in ve temsil ettiği baskıcı Baas rejiminin çöküşüyle ve arkasından birçok soru işareti bırakarak tarihte karıştı. 61 yıllık Baas ve 41 yıllık Esed hanedanının yönetimi altında bölgesel bir aktörden iç savaşla beraber başarısız bir devlete (failed state) dönüşen Suriye, devrim sonrası kurulan el-Şara hükümeti ile başarısız devlet enkazını kaldırarak yeniden bölgesel aktör rolünü oynamaya hazırlanıyor. Peki en azından burada ele alacağımız dış ve güvenlik siyaseti perspektifinden başarılı olması mümkün mü? Ya da bu sürecin getireceği riskler, fırsatlar ve tehditler neler olabilir?

Yeni Suriye: 8 Aralık Sonrası Süreç

Ortadoğu coğrafyasında Arap Devrimleri ile zirveye ulaşan bölgesel istikrarsızlık hali yanında küresel ve bölgesel güç rekabetinin odak noktası olarak ortaya çıkan Suriye toprakları 10 yılı aşkın bir süredir devlet düzeyindeki ve devlet-dışındaki aktörlerin birbirine karşı savaştığı bir kaos ortamı üretmiştir. Bu kaotik yapı/ortamdan faydalanan IŞİD, PKK/PYD/YPG, Haşdi Şabi gibi terör örgütleri teritoryal kontrol alanları inşa etmeye çalışmış ve kantonlaşma hatta devletleşme süreci içerisinde dahi girmeye başlamıştır. Sözgelimi Irak ve Suriye topraklarında (bu iki devlet arasındaki sınırın geçirgen olmaya başlamasıyla) hakimiyet kurmaya çalışan IŞİD Musul işgalinden sonra Irak özelinde belli bir vergilendirme sistemi kurmuş, tıpkı bir devlet gibi organizasyonel yapı ihdas etmiştir. Keza Mazlum Kobane’nin başını çektiği YPG terör örgütü bir yandan ABD’nin vekil gücü olarak silahlanıp fonlanırken diğer yandan Moskova arabuluculuğunda gerçekleşen müzakerelerde Esad rejimine muhaliflere karşı birlikte mücadele etmeyi teklif ettmiştir. Hatta Türkiye’nin bölgeye olası bir askerî harekâtına atıfla YPG’nin sözde lideri Mazlum Kobane “askeri operasyon durumunda Türkiye’ye karşı Suriye hükümet birlikleri ile koordinasyon içinde olacaklarını ve birlikte çalışmaya olumlu baktıklarını” dile getirmiştir.

Türkiye’nin ulusal güvenliğini de ilgilendiren bu gelişmelere sahne olan ve bir “istikrarsızlık çukuru” haline gelerek bölgeye ve sisteme “istikrarsızlık” ve “güvensizlik” üreterek ihraç etmeye başlayan Suriye toprakları HTŞ (Heyet’üt Tahrir-Şam) önderliğindeki muhaliflerin kararlı ilerleyişi ve 8 Aralık 2024’te başkent Şam’ı ele geçirmesiyle yeni bir dönemin şafağına tanıklık etmiştir. Yaklaşık 14 yıl boyunca sahip olduğu kanlı iktidarını bırakmamak için birçok masum sivilin barbarca katledilmesine göz yuman devrik lider Esad Moskova’ya kaçarken İran ve Rusya’nın azalan desteği karşısında giderek zayıflayan ve muhalifler karşısında etkili bir varlık göster(e)meyen rejim güçleri teslim olmuştur.

Arap Devrimlerinin en önemli, en uzun ve en kanlı halkalarından biri olan “Suriye Devrimi” böylelikle halkın lehine noktalanırken bölgesel ve küresel aktörlerin dikkatleri tekrar bu ülkeye çevrilmiş, sahadaki neticeden memnun olanlar yanında olmayanların da mevcudiyeti söz konusu iken Ankara tarafından desteklenen HTŞ önderliğindeki muhaliflerin iktidara yürümüştür. 2022’den itibaren Ukrayna topraklarına “Özel Askeri Operasyon” adı altında başlattığı saldırının giderek bir “yıpratma savaşına” dönüşmesi yanında NATO karşısında nükleer silahların kullanılmasını da içeren bir kumar ya da sinir harbi oyunları sergileyen Rusya, tüm dikkatini ve enerjisini Suriye’den kaydırırken 2011’den itibaren kurduğu savunma hattı büyük ölçüde gerileyen İran ise bölgesel projesinin çökmesiyle büyük bir darbe almıştır. Esad’ı “tanıdık düşman” olarak niteleyen ve bir süre sonra iktidarda kalmasına dahi razı olan Tel Aviv ise İran’ın bölgedeki etkisinin kaybolmasına sevinemeden Şam üzerinden bölgede etkili olmaya başlayan Ankara’nın varlığından rahatsız olmuş, bu durum İsrail’in stratejik tehdit algılarını değiştirirken bölgedeki güç ve güvenlik denklemlerinin yeniden kurulmasına yol açmıştır. Bölgeye yönelik politikasını daha çok “angajmanın azaltılması” ve “vekil güç stratejileri” ile şekillendiren ancak Esed rejiminin çökmesi karşısındaki yaklaşımı da merak edilen Washington ise Ankara’nın desteklediği yeni yönetimin meşruluğunu onaylayarak bizzat Trump’un ağzından sahayı (askeri üslerini de boşaltmak ve kuvvetlerini geri çekmek suretiyle) Türkiye’ye bıraktığını ifade etmiştir. AB ise yıllardır ortak bir savunma, dış ve güvenlik politikası geliştiremediği için, her zamanki gibi yine transatlantik ittifakın (ABD+AB) büyük ortağını (ABD) takip etmiş, kısmen de olsa Şara hükümetiyle diplomatik ve siyasi ilişkiler tesis ederek yeni (Esed’siz) Şam rejimini tanımaya başlamıştır.

El-Şara’nın Dış Politika Vizyonu ve İttifaklar

61 yıllık Baas rejiminin güvenlikçi, otoriter ve militarist yönetim pratiği karşısında konumlanarak daha demokratik, pragmatik ve uzlaşmacı unsurlarla ön plana çıkan Şara hükümetinin yönetim modeli ve pratiği ülkedeki Ermeni, Nusayri, Sünni, Dürzi, Kürt ve Arap kimliklerinin özgür ve kollektif bir biçimde yeni bir sosyal ve siyasal model inşa ederek bir başarı hikayesi yazmasına odaklanmıştır.

Suriye'de devrim sonrası değişen yönetim anlayışı diğer alanlarda olduğu gibi dış politika alanında da kendini göstermiş ve Şara hükümetinin dış politika paradigması şekil almaya başlamıştır. Devrim süresince aktif destek vererek ayakta tutmaya çalıştıkları Baas rejiminin yıkılmasının ardından başta İran olmak üzere “direniş ekseni” üyelerinin oluşturduğu blok, Rusya ve sahadaki vekilleri Suriye siyasetinden dışlanmış ve bu ülke üzerindeki etkisini yitirmiştir. Ahmed el-Şara ilk yut-dışı gezisini Riyad’a gerçekleştirerek yeni hükümetin İran eksenini terk ettiğini ve Körfez/Arap eksenine eğilim gösterdiğini açıkça dışa vurmuştur. Bunun yanında Ürdün, Türkiye, Irak gibi komşu ülkelerle sınır-koordinasyon konularında girilen angajman ve Katar ile imzalanan yatırım anlaşmaları Şam'ın yeni dış politika eksenini büyük ölçüde belirlemiştir. Şara rejimi Baas yönetiminin Şii eksenli dış politikasını Sünni aktörlere doğru kaydırmış ve daha pragmatik bir dış ve güvenlik politikası benimsemiştir.

Şara'nın Rusya, ABD gibi küresel aktörlerin yanı sıra İsrail ile güvenlik konusunda görüşmeler gerçekleştirmesi ve bölgede Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan gibi majör aktörlerle yoğun bir diplomasi trafiği içerisine girmesi ise bu aktif ve pragmatik çabaların sahaya yansıması olarak okunabilir.

Potansiyel Tehditler ve Bertarafı

Suriye Devriminin başarıya ulaşmasından evvel gerçekleşen ve Ortadoğu’da yine önemli ve tarihsel bir kırılma noktasını temsil eden 7 Ekim 2023’teki “Aksa Tufanı Operasyonu” ile İsrail saldırganlığı ve revizyonizmi önemli bir bölgesel tehdit haline gelmiştir. Bu kapsamda Netanyahu yönetiminin yeni Şara hükümetine karşı düşmanca tavrı ve Golan bölgesindeki işgali sürdürme konusundaki kararlılığı dış ve güvenlik politikasında Şara hükümetinin önündeki ilk ciddi ve çetin bir sınav olarak belirmiştir. Dahası Suriye topraklarından askeri olarak çekilerek alanı Türkiye'ye bıraktığını belirten Trump yönetiminin buna rağmen bölgede İsrail’in varlığını ve güvenliğini önceleyen tavrı Suriye açısından çelişki yaratmaktadır. Despotik Baas rejiminin yıkılmasının ardından Suriye dış politikasındaki dönüşüm bölgede İran ve Rusya gibi aktörlerin zemin kaybederek bölgesel projeksiyonlarının çökmesine yol açarken Şara’nın Türkiye Doşişleri bakanı Hakan Fidan ile verdiği “Kasiyun dağında manzaraya karşı içilen çay” pozunda da olduğu gibi Türkiye'nin desteğiyle daha özgüvenli, sistematik ve rasyonel bir dış politikaya yönelen Şara hükümeti “istikrarı”, “çok-taraflılığı” ve “dengeli” bir siyaset anlayışını öncelemektedir. Bu kapsamda ikili görüşmelerle pasifize edilmeye çalışılan İsrail agresyonu yine sahada ve diplomasi masasında Türkiye desteği ile dengelenmeye çalışılmaktadır.

Uluslararası politika açısından “Yeni Suriye”; Esed rejiminde olduğu gibi küresel aktörlerin baskın olduğu bir zeminde değil daha çok bölgesel aktörlerle kurulan ittifaklar ekseninde gücünü tahkim etmeye çalışmaktadır. Rusya'nın Esed'in yıkılmasıyla bölgede kaybettiği nüfuz ve odağını eskisinden daha çok Ukrayna'ya kaydırması, Washington'un öteden beri var olan Ortadoğu'ya azalan angajmanı küresel aktörlerin etkisini azaltırken Mısır, Suudi Arabistan ama özellikle Türkiye ve İsrail gibi bölgesel aktörlerin Suriye üzerindeki angajmanını artırmıştır. Yine bölgesel bir aktör olarak İran iflas eden Suriye politikası ve direniş ekseni stratejisi bağlamında zayıflamış görünse de ülkedeki milislerinin tamamını çekmemiştir ve en ufak bir istikrarsızlık girişimi üzerinden bölgede yeniden etkili olmaya çalışmaktadır. Bütün bunların yanında yine bazı çevrelerce de dikkat çekildiği gibi Suriye devriminin bölgedeki diğer devrimler gibi İsrail, Batılı devletler ve karşı-devrimci birtakım Arap ülkeleri marifetiyle “kaçırılması (hi-jack)” ihtimaline karşı dikkatli olunması gerekmektedir.

Bölgesel Aktörlük Kapasitesi ve Otonomi Arayışı

Katılmış olduğu BM ziyaretinde ülkesinin yeni imaj ve otonomi arayışında olduğunu dile getiren Ahmed el-Şara,Suriye’nin kriz ihraç eden bir ülkeden barış için fırsata dönüşme evresinde olduğunu belirtirken, ülkeye yönelik ekonomik yaptırımların kaldırılması çağrısında bulunmuş ve “Hak geldi ve batıl zail oldu, Suriye dünya milletleri arasındaki hak ettiği yerini geri alıyor.” ifadelerini kullanmıştır. Keza yakın bir geçmişte Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i de ziyaret eden Şara, bu ülkeyle yeniden diyalog kurmanın yollarını aramıştır. Ekim 2025’te Kremlin’de gerçekleşen Vladimir Putin–Ahmed el-Şara görüşmesi, Suriye dosyasının Rus dış politikasındaki yerini yeniden tarif eden bir diplomatik temas olarak öne çıkmıştır.

Yine yakın bir gelecekte Çin’e gitmeye hazırlanan Şara’nın önemli diplomatik açılımlara sahne olacak Pekin ziyaretinin de Çin-Suriye ilişkilerini güçlendireceğine de vurgu yapılmıştır.

Sonuç

Devlet-dışı aktörlerden küresel aktörlere kadar uzanan geniş bir yelpazede karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal alan Suriye Krizi sahadaki terörizm, sıcak çatışma, katliam ve krizlerin içinde 10 yılı aşkın bir süre uluslararası politikayı meşgul etmiş, nihayetinde 8 Aralık 2024'te HTŞ liderliğindeki Suriye muhalefetinin devrimi başarıya ulaştırmasıyla “boyut” değiştirmiştir. Uluslararası kamuoyunun gündemini 10 yıldan fazla bir süredir işgal eden ve bünyesinde barındırdığı çatışma, kaos ve istikrarsızlık unsurları ile bölgeye ve sisteme dair ciddi tehditler üreten “Suriye Krizi”,belirgin bir kırılmanın ve saha dengelerinin ürettiği bariz bir neticenin ardından 8 Aralık 2024 tarihinde sivil halkın ve muhaliflerin sevinç gösterileriyle noktalanmıştır. Her ne kadar devrimin ardından kuzeyde (Halep ve çevresi) ve kırsalda PYD/YPG; Süveyda ve çevresinde İsrail kışkırtmasının potansiyel bir risk unsuru haline getirdiği Dürziler ve Esed rejimi kalıntıları birer handikap oluştursa da Şara yönetiminin sergilediği uzlaşmacı ve diplomatik dil, kuşatıcı bir yönetim anlayışı sunmaktadır. 61 yıllık Baas rejiminin güvenlikçi, otoriter ve militarist yönetim pratiği karşısında konumlanarak daha demokratik, pragmatik ve uzlaşmacı unsurlarla ön plana çıkan Şara hükümetinin yönetim modeli ve pratiği ülkedeki Ermeni, Nusayri, Sünni, Dürzi, Kürt ve Arap kimliklerinin özgür ve kollektif bir biçimde yeni bir sosyal ve siyasal model inşa ederek bir başarı hikayesi yazmasına odaklanmaktadır.

İç güvenlik ve siyasete dair dosyalar bu şekilde sıralanırken özellikle yeni hükümetin dış politika paradigması ise “çok taraflılık” ve “denge siyaseti” yanında “pragmatizm” şeklinde kendini göstermektedir. ABD’nin yaptırımları kaldırdığı, körfez ülkelerinin (Katar ve Suudi Arabistan gibi) yatırım girişimleriyle bu sürece destek verdiği, Mısır ve Türkiye'nin devlet-inşası sürecindeki politik, diplomatik, istihbarat, güvenlik ve diğer açılardan pozitif rolleri düşünüldüğünde Esed rejiminin izlerini silmeye çalışan Suriye'deki yeni rejimin devletin yeniden inşası ve içeride barış ve güvenliğin tesis edilmesi noktasında bir ivme yakaladığını göstermektedir. Dış politika bakımından ise birçok tehdidin mevcudiyeti söz konusu olsa da yeni Şam yönetiminin gerek bölgesel gerekse de küresel aktörlerle kurmaya çalıştığı ittifaklar kapsamında hem bu tehditleri dengeleme hem de Arap devrimleri ile yitirilen bölgesel aktörlük kapasitesini ve otonomiyi yeniden kazanma amacında olduğu söylenebilir.