

Ana Dil Tartışması ; " Kürtçe Neden Ana Dil Olamaz? "
Ana Dil Tartışması: Kürtçe Neden Ana Dil Olamaz? Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Kürtçenin yıllar boyunca eğitimde, siyasette, günlük hayatta vb. gibi yerlerde ana dil ya da şu tuhaf söylem olan “çift dilli eğitim” vasıtasıyla kabul edilmesi ve sınırlarımız içerisinde Kürtçenin Türkçe gibi olması gerektiği savunulmuştur. Son zamanlarda yine Eğitimde ana dilin kullanılması ve çift dilli eğitim gibi kavram ve taleplerin dolaşıma girmesiyle birlikte, siyasiler arasında çok sert tartışmalar ve karşılıklı restleşmeler yaşandı. Siyasiler bir tarafa, siyaset dışı kurumlar da mutat olduğu veçhile tartışmaya müdahil oldu. Genelkurmay Başkanlığı dahil birçok kurum gelişmelerden duyduğu rahatsızlığı ortaya koydu. Bu durum 2010 yılında Milli Güvenlik Kurulu toplantısında masaya yatırılmış ve detaylıca konuşulmuştur. (Bkz. https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/fikret-bila/genelkurmay-in-kurtceye-bakisi-1065260) Ancak şimdi bu sorunların temeline inmeden önce “dil nedir?” sorusuna bir yanıt vermekte fayda vardır. Dil Nedir? Dil, en geniş anlamıyla güdüleri, duyguları, düşünceleri doğrudan ya da dolaylı olarak aktaran bir vasıtadır. Bu yönüyle hemen her varlık türünün kendine özgü bir dili vardır. Gelişmiş bildirişim dizgesi olarak insan dili; ses, şekil ve anlam unsurlarının oluşturdukları sistemli bir yapıdır. Her toplumun da kendi değer yargılarına göre şekillenmiş ortak kurallar bütünüdür dil. Dilin tanımını kısaca yaptıktan sonra şu mesele önemlidir; her toplumun kendi kültür birikimleri, atadan kalan miraslar ve o toplumun yaşayış ve gelişim sürecine göre şekillenen dilin kurallar bütünü olur. Dil canlıdır, toplumların her türlü yaşayış ve kültürel mirasına göre dil, zaman içerisinde evrimleşir ve kendine yeni teamüller ekleyerek o toplumların tarihi boyunca süregelir. Bu konuda bizim konumuz gereği ele alacağımız diller olan Türkçe ve Kürtçenin zamansal olarak neler yaşadığına ve kökenlerinin nereye gittiğine bakmamız gerekiyor. Türkçenin Kökeni ve Tarih sahnesi içindeki Gelişimi Türk dili şüphesiz ki Dünya üzerindeki en eski dillerden biri olarak Ural-Altay dil ailesinin Altay kolunda yer alır. Orta Asya’daki Türklüğün kadim kalıntılarından bugüne kalan 2. Köktürk Kağanlığına ait ilk yazılı Türk metinleri olan Orhun Yazıtları Moğolistan’da Orhan Irmağı’nın yakınında 732 ve 735 yıllarında yazılmış ve dikilmiştir. Bu yazıtlarda Türklerin askeri, siyasi, kanuni olayları anlatılmakla beraber Türk halkına seslenişler ve uyarılar vardır. Yazıtlarda yazılan Türkçe, dönemin ölçünlü dili ile yazılmıştır ve ölçünlü dilin oluşması için dilin uzun bir süreç geçirmesi gerekiyor ki bu seviyeye ulaşabilsin. Bununla birlikte Yazıtlardaki edebi ve ölçünlü dil bize gösteriyor ki bu yazıtlar dikilmeden binlerce yıl önce de Türkçenin var olduğudur. Bu konuda Kimi kaynaklar Türkçenin 8500 yıl geriye gittiğini ileri sürer. Kimi kaynak ve dilbilimciler de Türkçenin Sümerce ile bağına odaklanır ve o zamanlar Anadolu sahasında boy gösteren bazı Türklerin kalıntıları olarak benzeyen kelimelere dikkat çekerler. Örneğin Sümerce “dingir”(tanrı) sözcüğünün Orta Asya Türkçesinde "tengri”(tanrı) sözcüğüyle kökendaş olduğunu ileri sürerler. Burada Bütün kaynaklar incelendiğinde Türk dilinin en aşağı 5000-6000 yıllık köklü bir dil olduğu ve zaman içerisinde gerek Selçuklu gerek Osmanlı gerek diğer Türk Devletlerinde dilin bir şekilde gelişim gösterdiği görülecektir. Özellikle Anadolu sahasında gelişen Türk dili bu konuda çok muktedir ve müstesnadır. Çünkü Türk dilinin diğer sahalarına adeta bir ışık olmuş ve farklı devletlerin yönetimiyle beraber her ne kadar Farisi ve Arabi özellikler gelse de her dönem yeşermeye elverişli olmuştur. Tabii ki imparatorlukların ve dönem şairlerinin Türkçenin yanında Farsça ve Arapça dil tercihleri de olmuş hatta bazı dönemler Türkçe çok geride kalmıştır. Ancak yine de Türkçe yekpare şekilde korunmuştur. Bununla birlikte dil devrimi gibi inkılaplarla da kendini arındırmıştır. Geçmişe gittiğimizde Türklerin ilk devletlerini kuran Hunlardan bugüne yazılı metin kalmaması dili izlemeyi zorlaştırsada, arkeolojik buluntular ile önümüze çıkan materyaller bize Türk dilinin ne kadar eskiye dayandığını gösteriyor. Türk dili Dünyanın en eski dillerinden olmakla beraber Türkçeyle birçok coğrafyada (Afrika, Asya, Rusya, Avrupa,Hindistan vs.) her konuda eserler verilmiştir. Kürtçenin Kökeni Kürt dili, Alman İranolog Ludwig Paul’un araştırmalarına göre Hint-Avrupa dil ailesinden olup köken olarak Kuzey-Batı İran dili gibi göründüğünü ancak tarihsel temaslar nedeniyle Farsça gibi Güney-Batı İran dilleriyle de birçok özelliği paylaştığıdır. Kürtçe, İran’ın bazı bölgeleri, Irak’ın bazı bölgeleri, Suriye ve Türkiye’nin Güney Doğusunda konuşuluyor. En yaygın biçimi Kurmançi Kürtçesidir ve farklı lehçelerin olduğu görülür. Geçmişe baktığımızda İslam öncesi Kürt eserlerine dair hiçbir bilimsel bulgu ve bilgi yoktur. Kürt anlatılarının büyük bir kısmı sözlü şekilde yayılmış ve bu sözlü anlatı bugün de sürmektedir. 20. Yüzyılın başına kadar olan yazılı edebiyat ise şiir şeklindedir. Yani 20. Yüzyıla kadar tam olarak bir kimlik kazanamamıştır. Nesrin gelişmesi ise daha çok politik ve sosyal gelişmeler sayesinde olmuştur. Avrupa ülkelerine göçün artmasıyla birlikte yüzü kendi topraklarındaki gelişmelere dönük olan yeni bir tür sürgün edebiyatının da geliştiği görülmektedir. Kürt yazarlar da buna paralel olarak eser veriyorlardı. 15-17. Yüzyıllarda Kürt şairlerin şiirlerini görmekteyiz. Bu dönemde Kürtlerin edebi merkezi Botan Emirliği ve başkenti Cizre idi. Cizre’nin yanında Süleymaniye ve Senendec şehirleri diğer önemli edebi merkezlerdi. Günümüzde Kürt kökenli olup Türk edebiyatına çok şey katmış isimler de vardır. Tüm bunlara rağmen Kürtçe tam bir edebi özellik ve sanatsallık kazanamamıştır. Kürtçenin %22’si Farsçadır. Farsça’dan çok kelime almış ve adeta Farisi özellikler ile yoğrulmuştur. Bu manada Kürtçenin yekpare ve müfred olduğunu söylemek zor oluyor ve zamanında Farisi içinde bir dil olduğu, İranlı göçebelerin bu dili konuştuğu söyleniyor. (Bkz. https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/yavuz-bulent-bakiler/turkce-kurtce-uzerine-424572) Türkiye’nin Bu Konudaki Tavrı Ne Oldu? 29 Aralık 2010 yılında Milli Güvenlik Kurulu olağan toplantısında son bildirisini yayınladı. Toplantıda Ülke güvenliğini ilgilendiren iç ve dış gelişmeler etraflıca ele alınmıştır. Buraya dikkat çekmek isterim bildiriler şöyle idi; “Halkımızın her zaman ortaya koyduğu, kardeşlik ve huzur içinde bir arada yaşama kararlığının Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve beraberliğinin en güçlü teminatı olduğunun altı çizilmiş, bu bağlamda, Devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ve toplumsal barışını hedef alan tahrik ve girişimlerin milletimizin kardeşçe yaşama iradesi karşısında hiçbir sonuca ulaşamayacağına olan kat’i inanç bir kere daha vurgulanmıştır. Bu çerçevede toplumda infial yaratabilecek ve demokrasiye, kişisel hak ve özgürlüklerin gelişimine toplumsal barışa ve birlik duygusuna zarar verecek yaklaşımlardan kaçınılmasını ve herkesin sorumluluk içinde hareket etmesinin büyük önem taşıdığına işaret edilmiştir. Bu bağlamda ‘Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet’ anlayışını ve önde gelen ortak paydalarımızdan birini teşkil eden Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dilinin TÜRKÇE olduğu gerçeğini değiştirmeye yönelik hiçbir girişimin kabul edilmeyeceğinin de bilinmesi gerektiğine önemle kat’i şekilde dikkat çekilmiştir.” (Bkz. https://www.mgk.gov.tr/index.php/29-aralik-2010-tarihli-toplanti) Son bildiride Türkçenin önemine ve birleştiriciliğine dikkat çekilmiş ve Türk halkının da Türkçeden başka dayanağı olmadığına kanaat getirilmiştir. Şimdi bir de Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasasına bakalım. 1982 Anayasasının 42. Maddesi şöyledir; “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır.” (Bkz.https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.2709.pdf) Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde eğitimde, siyasette, günlük hayatta Türkçeden başka dil olmayacağı, yerleşim yerlerinin isimlerinin Kürtçe yapılamayacağı çift dilli eğitim söyleminin sonuca ulaşamayacağı esastır. Ancak neden Kürtçenin, Türkiye eğitimine ve diğer alanlarına sokulması istendiğine bakmak şarttır. Kürtçe Neden Resmi Olarak Tanınmak İsteniyor? Kürt dili, folkloru ve Kürtçe isimlerin kullanımı yasaklanmıştı ve Kürt yerleşim bölgeleri 1946'ya kadar sıkıyönetim altında kaldı. Kürdistan veya Kürtçe kelimeleri Türk hükûmeti tarafından resmen yasaklandı. Tabii bunun başlıca sebeplerinden biri isyanlar ve bölücülüktü. Doğu ve Güneydoğu’da ayaklanan ve isyan çıkaran, devlete zarar verip tekelleşmek isteyenlerdi. 1980 askeri darbesinin ardından Kürtçe resmi ve özel hayatta resmen yasaklandı. 1991'de yasağın kaldırılmasından bu yana Türkiye'deki Kürtler, Kürtçenin devlet okullarında bir ders olmanın yanı sıra eğitim dili olarak da ele alınmasını uzun süredir istemektedir. O günden bu güne süregelen Kürtçenin ana dilde kullanılması gerektiğini düşünen Kürt sayısı artmıştır. Bu yüzden günümüzdeki gelişmelerle beraber bugün Kürtçeyi savunanlar ve eğitimde, siyasette, günlük hayatta olmasını isteyenler, çift dilli eğitimi savunuyor ve Kürtçenin, resmi olarak tanınmasını talep ediyorlar. Bunu da Kürtlerin yoğun olduğu Güneydoğu Anadolu’da eğitimde başarı açısından olumsuz etkiye sahip olduğunu ya da Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmemesinin Kürt çocukları üzerinde negatif etkiler yarattığını ve onlara sanki “ırkçılık” yapıldığı temeli üzerinde dayatıyorlar. Bil’akis bu konuda ırkçılık veya etno-politik olmadığını, Türkçenin resmi olarak devlet dili olduğunu ve burada doğup büyüyen herkesin Türkçeyi öğrenmesini, bilmesi gerektiğini anayasal düzen söylüyor. Devlet bir bütündür; diliyle, bayrağıyla, sınırlarıyla bu asla yadsınamaz ve değiştirilemez. Tüm milletlerde bu kat’i şekilde önem arz etmektedir. Tabii isteyen ana dilini öğrenir, ana dilinde müzik, film izleyebilir. Ancak azınlıkların ana dilinin resmi dil olarak ilan edilmesi yukarıda bahsi geçen 1982 anayasasının 42. Maddesine ve ulusal devletçiliğe göre uygun değildir. Geçmişten Bugüne Siyasiler Kürtçe ve Kürt Sorunu Hakkında Ne Dedi? SHP-CHP geleneği Kürt meselesine, devletin “sadece bir güvenlik sorunu olarak” yaklaşmasının yanlış olduğunu vurgularken yaşanan sorunun, “demokratik haklar, vatandaşlık, kimlik ve kültüre saygı ile ekonomik gelişme” boyutlarının görmezden gelindiğini öne sürmüştür. Bu dönemde SHP-CHP çizgisi Kürt meselesinin çözümü için; Kürtçe yayın ve Kürtçe eğitim yapılması ile Kürtçe ad verilmesi önündeki engellerin kaldırılması, kapsamlı bir yerel yönetim reformu yapılması, köy koruculuğu ve bölge valiliği uygulamalarının tasfiye edilmesi, DGM’lerin kapatılması, bölge için özel ekonomik programların geliştirilmesi, katılımcı ve çoğulcu yönetim anlayışını getirecek, düşünceyi suç olmaktan çıkaracak yeni bir anayasa hazırlanması ve köye dönüşlerin önündeki engellerin kaldırılması gibi önerileri dile getirmiştir. Bülent Ecevit liderliğindeki DSP, Kürt meselesinde diğer sol partilere göre milliyetçi bir siyaset izlemiş, Türkiye’de etnik köken farklılığından doğan bir problem olmadığı görüşünü ısrarla öne sürmüştür. Yani Milliyetçi kesimin tutumu burada Kürt sorunu tanımlaması karşısında bu kavramsallaştırmayı reddederek, meseleyi “terör ve güvenlik” sorunu olarak ele almayı tercih etmek olmuştur ki bu kim zaman doğru olmuştur. MHP’ye baktığımızda eskiden yaptığı çalışmalarda MHP’nin Kürt meselesine ilişkin bilinen tek çalışması, MÇP döneminde hazırlanan “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Meselesi” isimli rapordur. Raporda “Kürtlerin, Türk soyundan geldiği”, Kürt diye bir etnisitenin ve Kürtçe diye bir dilin olmadığı, Osmanlıcanın bir türevi olduğu dile getirilmiştir. Bu minvalde sorunu tamamen güvenlikçi bir yaklaşımla tarif eden bir perspektif benimsenmiştir. (Bkz. https://file.setav.org/Files/Pdf/20130130121531_seta-turkiyenin_kurt_sorunu_hafizasi.pdf) AK Parti ise sorunun çözümünü “demokrasinin derinleştirilmesi, ekonomik Eşitsizliklerin giderilmesi ve kültürel hakların tanınması” olarak, birbiriyle bağlantılı üç başlık altında dile getirmektedir. Bunların hiçbirinin yekdiğerini öncelemediğini ve eşzamanlı olarak dile getirilmesi gerektiğini, sorunun salt bir asayiş ve güvenlik sorunu veya salt bir güvenlik sorunu olarak tarif edilemeyeceğini düşünmektedir. AK Parti, Kürt sorununa yaklaşımında üç kırmızı çizgisinin olduğunu belirtirken bunları “etnik milliyetçilik”, “bölgesel milliyetçilik” ve “dinsel milliyetçilik’ olarak tarif etmiştir. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır konuşmasının Kürt sorununda tarihi bir dönemece karşılık sebebiyet verdiğinin altını çizmek gerekmektedir. Bu tartışmaların farklı siyasiler tarafından ele alınması ve farklı fikirlerle cereyan etmesi kaçınılmazdı. Ancak bu konuda bahsettiğimiz Kürtçenin ana dilde eğitimi ve siyasette kullanımı konusu dönemin Genelkurmay, üst düzey askeri personel, MİT gibi çevrelerce sertçe karşı çıkılmış, onay almamıştır. Bugün hâlâ Türkçenin güzel bir dil olduğunu ve Türklere geçmişten gelen kadim bir hazine değerinde olan dillerinin başka dillerle karışmamasını istemesi pek tabii normaldir. Burada etno-politik bir duruş yoktur, Türkiye’de yaşayan herkes Türk ırkından değildir ama Türk’tür. Türk bir aidiyet temsilidir. Buna istediğiniz kadar karşı çıkabilirsiniz ama gerçek kat’i şekilde budur.
Eray Çelik
4/10/20251 min read
ANADOLUSAM


Anadolusam
Anadolu Stratejik Araştırma Merkezi - ANADOLUSAM
İletişim
Destek
© 2025. Tüm hakları saklıdır.